"Vallahi Billahi konuşurlardı çiçeklerle": Behiç İbrahim'den kayıp Üsküp'ün hüzünlü hikayesi

Üsküp'ün tarihi sokaklarında, sanatın ve zanaatın iç içe geçtiği bir yaşam sürmüş bir isim Behiç İbrahim. Üsküp'ün köklü ailesinden aldığı kültürel miras, onun sanata sadece bir meslek değil, bir yaşam biçimi olarak yaklaşmasına neden olmuş.

Kuzey Makedonya Yayın: 13 May 2025 - Tuesday - Güncelleme: 13.05.2025 09:39:00
Editör -
Okuma Süresi: 10 dk.
395 okunma
Google News

Burmalı Camii'nin manevi atmosferi, Taş Köprüsü'nün asırlık hikayesi gibi Üsküp'ün ruhunu taşıyan detaylar, onun sanatının ilham kaynakları arasında önemli bir yer tutuyor.

Radyo, tiyatro, televizyon gibi farklı mecralarda sanatını icra eden Behiç İbrahim, aynı zamanda geleneksel zanaatlara da gönül vermiş.

Küçük yaşlarda Şamici dükkanında edindiği ustalık bilgisi, hayatı boyunca ona yol göstermiş. Karikatürden resme, güldürüden orkestrada kaşık çalmaya kadar pek çok alanda yetenekli olan İbrahim, özellikle Üsküp'ün vitrinlerine kattığı estetik dokunuşlarla da tanınıyor.

"Üçgen bozuldu": Çarşının kaybolan ruhu

Söyleşimize Üsküp'ün kalbi sayılan Eski Türk Çarşısı'nda, demli çay eşliğinde başlıyoruz. Behiç İbrahim, hayatının büyük bir bölümünü bu çarşıda geçirmiş bir isim olarak, çarşının geçmişteki sosyal ve kültürel önemini vurguluyor. İlk sorumuz, çarşının geleneksel kimliğinden uzaklaşıp uzaklaşmadığına dair oluyor.

“Rahmetli Hafız İdriz Efendi bir gün şunu söylemişti: 'Üçgen bozuldu.' Peki, bu üçgen nasıl bozuldu? Anlayamadım. Matematik mi, fizik mi diye düşündüm. Ama şunu söyledi: 'Bu kültürü bize dedelerimiz verdi. Terbiye: Okul, ev, çarşı.' O dönemde fabrikalar yoktu. Okulda ne yaparsan, baban ve ustan biliyordu. Dükkânda ne yaptıysan, baban ve öğretmen biliyor. O üçgenin içinde çocuk başka bir yere yetişemiyordu. İşte o 'üçgen bozuldu,' al sana esrar, içki, bozukluk... Ne ararsan şimdi var. 'Bunu dedelerimiz kurmuş' dedi Hafız İdriz. Şimdi, artık çarşıda eski esnafı bulamazsınız." ifadelerini kullandı.

Behiç İbrahim, derin bir nostaljiyle, zamanla değişen çarşı yapısını ve kaybolan ustaların değerini anlatıyor. Terlikçi Hacı Faruk Şaban Efendi'nin "Özledim usta demeyi" sözleri, eski usta-çırak ilişkisinin ne kadar değerli olduğunu gözler önüne seriyor. Yeni dükkân sahiplerinin kolay para kazanma hevesiyle çarşıya gelmesi, eski zanaatların ve geleneksel ticaretin yok olmasına neden oluyor. Kafeteryaların artmasıyla birlikte yorgancıların, terzilerin, kazancıların, ayakkabıcıların sesinin kesilmesi, çarşının ruhunun nasıl değiştiğinin acı bir göstergesi. İbrahim, çarşının Osmanlı dönemini yansıtan taş duvarlarının ve süslemelerinin de göz ardı edilmeye çalışıldığını üzülerek belirtiyor.

"Maalesef çarşının şu anki şeklini değiştiriyorlar; Osmanlı dönemine ait olmadığını göstermek için. Ama inatla, bakın söyleşiyi nerede yapıyoruz: tam da Osmanlı duvarının önünde! İşte bu taşlar, bu kiremitler arasındaki süslemeler... Hepsi Osmanlı’ya ait”, dedi, Behiç İbrahim.

"Nerede o eski Terbiye?": Kaybolan komşuluk ve aile bağları

Behiç İbrahim, eski günlere duyduğu özlemi dile getirirken, sadece çarşının değil, toplumsal hayatın da nasıl değiştiğini anlatıyor. Akşam yemeklerinde bir araya gelen aileler, mangal başında anlatılan masallar, komşularla paylaşılan börekler... Zenginlik olmasa da var olan o sıcak ve samimi atmosferin kaybolduğunu dile getiriyor. Televizyonun olmadığı, radyonun sınırlı olduğu o günlerdeki güçlü aile bağları ve komşuluk ilişkileri, günümüzün bireyselleşen dünyasında artık çok uzak bir anı gibi.

"Evde vardı bir kültür. Terbiye dedemiz. Akşam yemeği yenildiğinde, kıya çekilirdi, mangal ortada. Kahveler pişer, çaylar demlenirdi... O kültürü nerede bulacağız? O terbiyeyi nerede bulacağız?, şeklinde konuştu.

Çocukların ve sistemin değişmesiyle birlikte, eski değerlerin yerini telefon ve internetin aldığını, gençlerin geçmişi "eski kafa" olarak nitelendirdiğini üzülerek ifade ediyor. Düne kadar çarşının ne olduğunu bilmeyenlerin şimdi önemli konumlara gelmesi, onu endişelendiriyor. Gençlerin işe ilk sorduğu sorunun "Maaş ne kadar?" olması, işe duyulan saygının ve öğrenme arzusunun azaldığını gösteriyor.

Değişen yaşam alanları

Behiç İbrahim, büyüdüğü iki katlı, çardaklı Osmanlı evini ve o evin sıcak atmosferini özlemle anlatıyor. Sabah namazıyla kalkan dedesi ve babaannesi, semaverde demlenen çay, tereyağında kızaran ekmek kokusu... Balkonlardaki çiçekler, dedesinin "Bereket gelsin" diyerek açtığı sokak kapısı, çiçeklerle konuşması...

"Babaannemle annem sabah kalktıklarında hemen sokak kapısını açarlardı; 'bereket gelsin' diye. 'Bereket melekleri girsin eve' derlerdi. Çiçeklerle vallahi billahi konuşurlardı. Nasıl da o çiçekler açardı! 'Ooo mori, bakma sen şuna, ne güzel açmış. Bu ne kadar da gülüyor bana, kızım benim. Su mu istiyorsun?' derlerdi."

Tüm bu güzelliklerin yerini şimdi apartmanların soğuk ve mesafeli dünyasının aldığını söylüyor. Kimsenin kimseyi tanımadığı, görmediği bu yeni yaşam tarzı, Behiç’i derinden üzüyor.

Eski ruhu yeniden canlandırmak mümkün mü?

Üsküp'ün eski ruhunu yeniden canlandırmanın zorluğunu kabul etmekle birlikte, Murat Paşa Camii çevresinde hala birkaç eski Üsküplünün kaldığını belirtiyor. Ancak çarşıdaki eski zanaatların ve esnafın kaybolması, değişimin ne kadar hızlı ve derin olduğunu gösteriyor. Behiç’e göre, bu değişim sadece ticaretin yüzeyinde değil, kültürel derinliklerde de hissediliyor.

Derneklerin değişen rolü, paranın gölgesinde kaybolan değerler

Behiç İbrahim, kendisinin de sahneye çıktığı ünlü Yeni Yol Kültür Sanatlar Derneği'nin geçmişteki birleştirici gücünü ve Türk kültürünü yaşatma misyonunu övgüyle anıyor. “Orhan Veli Kanık” Topluluğu ile aralarındaki dayanışmayı hatırlatırken, günümüzde derneklerin kendi kabuklarına çekilmiş olmasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyor. Gençlerin ilgisini kültür sanat faaliyetlerine çekmek için derneklerin yeniden iş birliği yapması gerektiğini vurguluyor.

“Şimdiki durum denizdeki gemilere benziyor, birisi sağa gidiyor, birisi sola, bir diğeri ortada. O eski birlikteliği ve dayanışmayı tekrar sağlamak çok zor. Keşke, bütün bu dernekler bir araya gelip ortak bir şeyler yapsalar. Ama şu an kimse bunu istemiyor. Para kokusu her şeyi değiştirdi. Önceleri biz sanat için bir araya gelirdik, hiçbir beklenti olmadan, gönülden çalışırdık. Ama şimdi bakıyorum, o eski değerler yok”

Gençlerin sadece kafelerde sosyalleşmesi ve derneklerdeki tanışmaların yerini sanal ilişkilerin alması, Behiç İbrahim'i endişelendiriyor. Derneklerde kurulan sağlıklı arkadaşlıkların yerini para ve menfaat odaklı ilişkilerin alması, toplumsal değerlerin erozyonunu gösteriyor. Sanatın bile para ve çıkar odaklı hale gelmesi, onun için kabul edilemez bir durum.

Kaybolan dayanışma

Behiç İbrahim Yeniden Birlik haber sitesine verdiği özel mülakatta o eski dayanışmanın kaybolduğunu, insanların birbirini tanımadığını, akraba ilişkilerinin bile zayıfladığını üzülerek anlatıyor. Bayramlarda komşulara gitmemek, akrabaların birbirini ziyaret etmemesi, toplumsal yabancılaşmanın boyutlarını gözler önüne seriyor.

Behiç İbrahim, eski değerleri yaşatmak için öncelikle geçmişe dönüp bakmak gerektiğini vurguluyor. Gençlerin eskiye dair bir şeyler öğrenmesi, eski dostlukları ve samimi ilişkileri hatırlaması gerektiğini söylüyor.

"Gençler, daha fazla kitap okuma, birbirine daha fazla değer verme, eski gelenekleri hatırlama noktasında bir şeyler yapmalı... Çarşı, sadece bir ticaret yeri değil, aslında bir yaşam biçimi, bir gelenekti. Bunu kaybetmemek, yaşatmak lazım."

Değerler nereye kayboldu?

Behiç İbrahim, 60 yıl öncesindeki insan kıymetini ve samimiyeti özlemle anıyor. Şimdi ise insanların para gibi görüldüğünü, değerin kaybolduğunu söylüyor. Kolay para kazanma hırsının ve menfaat odaklılığın yerleşmesi, eski değerleri geri getirmenin zorluğunu ortaya koyuyor.

“O zamanlar çok azdık ama çok değerimiz vardı. İnsan olarak değerliydik. Birbirimizi insan gibi kabul ederdik. Şimdi ise, maalesef, insanı para gibi görüyoruz. Dolar mı, euro mu, denar mı? Artık değer kayboldu. Şimdi çok çabuk bozulduk, çünkü para ve menfaat girdi işin içine”, şeklinde konuştu, Behiç İbrahim.

Politika ve toplumda yansıyan değişim

Günümüzdeki siyasi ve toplumsal yapının da bu değişimden nasibini aldığını, herkesin kendi yolunda ilerlediğini ve ortak değer yaratmanın zorlaştığını belirtiyor. Halka daha fazla ilgi gösterilmesi gerektiğini ve Tefeyyüz İlkokulu gibi köklü kurumların değerinin bilinmesi gerektiğini vurguluyor. Sadece belirli alanlarda değil, bilim gibi her alanda başarıya ulaşmanın önemini dile getiriyor.

"Biz kültürümüzü kaybediyoruz. Nasıl çıkarız başa? Lazım olan: silip sıfırdan başlamak. Kimi sileceksin, kimi koyacaksın? Ey, ha, ho... Bu sesler yoktu Üsküp’te, kasabamızda. Sadece ismiyle hitap edilirdi insanlar. El öpülürdü. Şimdi ise 'öpme el, gelin gibi' deniyor."

Behiç İbrahim'in sözleri, Üsküp'ün ve genel olarak toplumun geçirdiği derin dönüşümü anlamak için değerli bir pencere sunuyor. Kaybolan değerlere duyduğu özlem ve geleceğe dair endişeleri, hepimizi düşünmeye ve bu gidişatı değiştirmek için neler yapabileceğimizi sorgulamaya davet ediyor. Belki de onun anlattığı o sıcak ve samimi geçmişe dönmek mümkün olmasa da o değerleri hatırlayarak ve yeniden yeşertmeye çalışarak daha anlamlı bir gelecek inşa edebiliriz.

Hüsamettin GİNA

Video
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.