Şair Nihat Özdal Üsküp'te sözcüklere yeni bir boyut kattı: Koku

Bu yıl beşinci kez kapılarını aralayan Üsküp Şiir Festivali, şiiri görsel sanat, müzik ve koku gibi farklı duyusal alanlarla buluşturan özgün yaklaşımıyla tanınan Şair Nihat Özdal'ı ağırladı.

Kültür Yayın: 28 April 2025 - Monday - Güncelleme: 28.04.2025 18:25:00
Editör -
Okuma Süresi: 8 dk.
264 okunma
Google News

Üsküp'e ilk kez gelen Özdal, festival vesilesiyle Makedonya'daki okurlarıyla buluştu.

Üsküp'e hoş geldiniz! İlk ziyaretinizde neler hissettiniz?

Nihat Özdal: Burada, aynı dili konuştuğum insanlarla bir araya gelmek benim için gerçekten çok kıymetli. Aslında Makedonya'ya çok daha önce gelmem gerekiyordu, zira 15 yıl kadar önce Makedonca'ya çevrilen bir kitabım yayımlanmıştı. Türkçe'deki adı "Kanat İzleri" idi. Görünen o ki, kitabın adı "Kanat İzleri" olunca, o kanatlar benden daha hızlı hareket etmiş! Gelmek 15 yıl sonra nasip oldu. Burası çok özel bir coğrafya. Kaldığımız yer tarihi Taş Köprü'ye çok yakın. O Taş Köprü'yü, Vardar Nehri'ni görünce insan kendine yakın görüntüler hissediyor. Bu nedenle ayrıca mutluyum, burada olmak gerçekten harika.

Nihat Bey, sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Üsküp'te bulunma sebebiniz nedir?

Nihat Özdal: Ben bir şairim ve beşinci Üsküp Şiir Festivali'nin daveti üzerine bu şehre geldim. Şiirin yanı sıra farklı disiplinlerde de çalışmalar yapıyorum. Şu anda bulunduğumuz alanda "Sözcüklerin Kokusu" ile ilgili bir sergim var. Kokuların çağdaş sanat ve edebiyatla olan ilişkisi üzerine dünyanın pek çok farklı şehrinde hem performanslar gerçekleştirdim hem de sergiler açtım. Daha önce Bağdat'ta, Berlin'de, Tokyo'da, Havana'da benzer işler yapmıştım. Üsküp ise çok özel bir coğrafya. Şimdi burada, kokulara ve sözcüklere farklı bir açıdan bakan bir sergi ile karşınızdayım.

Serginizde kokuları şiirle birleştirerek ziyaretçilere farklı bir deneyim sunuyorsunuz. Şiir ve koku arasındaki bu ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

Nihat Özdal: Ben şiiri birçok şeyle birleştiriyorum; gastronomiyle, yemekle, mutfakla... Nehirlerle, suyla da çok derin bir bağ kuruyorum. Birleştirdiğim unsurlardan biri de kokular. Bu sergide çeşitli kelimeler var. Hemen arkamızda bir obje görüyorsunuz. Burada "anne" yazıyor. "Anne kokusu"... Ki benim kendi annemin kokusu veya "anne" denildiğinde aklımıza gelebilecek bir kelimenin kokusu ne olabilir? Sergiyi gezenler bu koku objesini ellerine alıp koklayarak, buradaki yaklaşık on farklı kokuyu deneyimliyorlar. Batı merkezli dünya bize hep görüntülerle ilişkili tanımlar sundu. Yani gördüğümüz değerliydi. Ancak Doğu'daki referanslar, kulağın ve burnun da önemli olduğunu söylüyordu. Ben de düşündüm ki, eğer bize sözcükler yerine kokular verilseydi nasıl bir yazma serüveni olurdu? Biraz bu düşünceyle on kelimenin kokusunu tasarladım.

Peki, bu temel kelimeler hangileri?

Nihat Özdal: Aslında hayatımız boyunca mutlaka karşımıza çıkan veya bu kısa ömürde muhakkak deneyimlediğimiz temel kelimeler. Hangileri mi? İşte arkamda "Anne" var. "Ayrılık" var, "Aşk" var, "Göç", "Yas", "Karanlık" mesela. Çeşitli temalarda kelimeler... "Yalnızlık", "Zaman", "Umut", "Huzur"...

Bu özgün kokular nasıl hazırlanıyor?

Nihat Özdal: Tamamen doğal uçucu yağlarla yaptığım bir çalışma bu. Tabii ki burunla uzun süreçlerden geçen karışımlar bunlar. Bazı karışımları "olmadı" deyip iptal ettiğim de oldu. Aslında bir şiiri yazmak için bazen günler, haftalar, aylar geçer ya, bir kokuyu tasarlamak için de benzer süreçler yaşanıyor. Bazı uçucu yağların oranı fazla geliyor, ön plana çıkıyor, geriye gitmesi gerekiyor. Demlenme sürecinden sonra "oldu" veya "olmadı" diyorum. Kendi küçük laboratuvarımda yaptığım deneyimlerle ortaya çıkan işler bunlar.

Kokuların, kelimelerin ifade etmekte yetersiz kaldığı duyguları iletme gücü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Nihat Özdal: Kelime ve koku dediğimiz zaman, herhangi bir kokunun tanımlanması ile ilgili literatür çok eksik. Biz bir kokuyu tanımlarken genellikle çok bildiğimiz nesneler üzerinden kokuları ifade etmeye çalışıyoruz. Onlarla ilgili soyut bir tanım yapamıyoruz. Koku literatüründe ne yazık ki kelime hazinesi çok gelişmiş değil. Sözcükler aklın yolunu izlerken, kokular bambaşka bir yöne doğru çok daha hızlı ilerleyerek tanımlar oluşturuyor. Dolayısıyla kokular, kelimelerden çok daha güçlü.

Farklı kültürlerde kokuların anlamı nasıl değişiyor? Örneğin, dünyanın farklı bölgelerinde kokuların toplumsal ve kültürel bağlamdaki rolü hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Nihat Özdal: Bu, birkaç saat konuşabileceğimiz derin bir konu. Mesela Afrika'da bazı kabileler dişilerini etkilemek için soğan kokusu kullanıyor. Oysa soğan kokusunu şu an ikimizden birinin üzerine sürmesi, kendi bulunduğumuz topluluklar için pek de makbul, kabul edilebilir bir koku değil. Avrupa'nın koku kültürüyle ilişkili tanımları ile Anadolu'nun veya Mezopotamya'nın kokuyla ilişkileri de çok farklı. Batı eksenli koku tanımları genellikle kötü kokuyu bastırmakla ilgili. Yani Londra'da, Paris'te 200-300 yıl önce kanalizasyon altyapıları yetersiz olduğu için o kötü sokak kokularını bastırmak amacıyla mendillerde veya farklı nesnelerde kokular kullanmışlar. Doğu'da ise, Anadolu'da, Mezopotamya'da, Osmanlı'da koku adeta bir hayat biçimi. Hamamlarda kullanılan kokular, sabun kültürü, Orta Doğu'da bir kadının ayak parmaklarına, koltuk altlarına, kulak memesinin arkasına, saçlarına kullandığı farklı kokular... Yani bir insan bedenine dört farklı koku sürebiliyor çünkü bu onun için yaşamla, hayatla ilişkili bir şey. Dolayısıyla her topluluğun kokuya bakışı bambaşka, çok farklı.

Şiir, koku, müzik ve görsel sanatlar gibi farklı disiplinlerde eserler veriyorsunuz. Bu farklı alanlar arasındaki etkileşim, yaratıcı sürecinizi nasıl şekillendiriyor?

Nihat Özdal: Ben bu yaratıcı süreçlerin hepsini aslında şiir olarak tanımlıyorum. Şiir, aslında bunların hepsini kapsayan çatı bir yapı. İnsanın uzmanlaşmakla ilişkili hikayesi, bahsettiğim diğer konularla benzer aslında, çok eski değil. Uzmanlaşmak dediğimiz şeyin tarihi de bir 300-500 yıllık falandır herhalde. Çok eski zamanlarda, belki de çok eski olmayan zamanlarda insanlar çok farklı disiplinlerde işler yapabiliyordu. Terzilik de yapıyordu, ilaç da yapıyordu, şairdi de. Ama bu çağın koşulları bize hep bir alanda uzmanlaşma gerektiği, farklı farklı alanlarda uzmanlaşmanın imkânsız olduğu ve farklı alanlara dağılmamamız gerektiği fikrini yüklüyor. Dünyanın her yerinde de bu sistem ne yazık ki var. Aslında böyle bir şey 200-300 yıl önce yoktu çünkü bu disiplinlerin hepsi birbirini besleyen disiplinler. Bunların çatısı bence şiir. Gastronomiyle uğraşmam, otları takip etmem... Buraya ilk geldiğimde gezdiğim yerlerden biri tarihi bir pazardı (Bit Pazarı). O pazarı dolaşmama neden olan şey şiirdi.

Son olarak, Üsküp için bir şiir yazsaydınız, ismini ne koyardınız?

Nihat Özdal: Ben içinden nehir geçen şehirleri çok severim. Burada çok güçlü bir nehir var (Vardar). Bu nehrin daha önceki halini görmedim ama şu an, belki dağlarda karlar da erimeye başladı ve bulanık bir akıntı var. Belki "Bulanık Nehir" diyebilirdim. Ama buradaki bulanıklık kötü anlamda bir bulanıklık değil. Birkaç ay sonra belki rengi açılacak. O bulanıklık da kötü bir şey değil çünkü o bulanıklık, buradan aldığı o zenginliği kıyılara taşıyor. Az önce pazarda gördüm, çok bereketli topraklar var. O bulanıklığın taşıdığı bereket aslında bu. Çünkü o su, bu bereketi meyve ve sebze bahçelerine taşıyarak ciddi bir verimlilik sağlıyor. Belki şiirin adı bu olurdu.

Hüsamettin GİNA

Video
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.